Orta Doğu bir kez daha sıcak bir çatışmanın eşiğinde. İran ve İsrail arasında tırmanan gerilim, artık vekâlet savaşlarını aşarak doğrudan karşı karşıya gelişlere sahne oluyor. Bu gelişme, bölge ülkelerini olduğu kadar Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Çünkü Türkiye, coğrafi olarak savaş alanının hemen kıyısında; siyasi olarak iki tarafla da ilişkide; ekonomik olarak ise tüm bölgesel dalgalanmalara açık bir ülke.
Bu yazıda, İran-İsrail savaşının Türkiye’ye etkilerini jeopolitik, ekonomik, güvenlik ve toplumsal açılardan ele alacağım. Zira bu çatışma, Türkiye’nin dış politikasından iç dinamiklerine kadar pek çok dengeyi yeniden şekillendirme potansiyeli taşıyor.
Türkiye Nerede Duruyor?
Türkiye, İran’a kara sınırıyla komşu, İsrail’e ise Doğu Akdeniz üzerinden stratejik mesafede. Bu durum, Türkiye’yi hem savaşın gürültüsünden hem de yankılarından doğrudan etkilenebilecek bir konuma yerleştiriyor.
İran’la tarihi bağları olan, İsrail’le ise zaman zaman gerilse de askeri ve ticari ilişkilerini sürdüren Türkiye, bu çatışmada taraf olmak istemeyecektir. Ancak savaş derinleşirse, tarafsızlık politikası sürdürülebilir olmayabilir.
Ekonomi: En Kırılgan Alan
Türkiye’nin en zayıf karnı ekonomi. İran’dan gelen doğalgaz hattı risk altına girerse, enerji fiyatları hızla yükselecek ve bu da iç piyasaya zam olarak yansıyacaktır. Hürmüz Boğazı’ndan geçişlerin tehlikeye girmesi hâlinde petrol fiyatları rekor kırabilir. Döviz kuru, Borsa İstanbul, enflasyon ve yatırımcı güveni bu durumdan doğrudan etkilenecektir.
İran’la sınır ticareti de bu çatışmadan nasibini alabilir. Doğudaki illerde, özellikle Ağrı, Van ve Hakkâri gibi şehirlerde ekonomiye doğrudan yansıyan bir daralma yaşanabilir.
Toplum: Sessiz Sular Dalgalanabilir
Savaş, yalnızca sınırları değil, zihinleri de şekillendirir. İran-İsrail savaşı Türkiye’deki toplumsal fay hatlarını da harekete geçirebilir. Filistin meselesi üzerinden şekillenen tepkiler, bazı gruplar tarafından daha radikal ve mezhepsel bir çizgiye taşınabilir. Özellikle sosyal medyada yürütülecek dezenformasyon kampanyaları, halkın duygularını istismar edebilir.
Bu noktada devletin iki yönlü bir stratejiye ihtiyacı var: Hem güvenliği sağlamak hem de kamuoyunu doğru ve sağduyulu bilgilendirmek.
Askeri Dengeler: Sahada Değil Ama Radar Altında
Türkiye’nin doğrudan çatışmaya girmesi olası değil. Ancak Suriye ve Irak’taki Türk askeri varlığı, İran’a yakın milis grupların hedefi hâline gelebilir. Aynı şekilde, İsrail’in Lübnan ve Suriye’deki operasyonları Türkiye hava sahasına yaklaşırsa, teknik ve diplomatik krizler yaşanabilir.
NATO üyesi olarak Batı’nın baskısıyla İsrail’e açık destek vermesi istenirse, Türkiye’nin dengeleri daha da zorlanacaktır. Bu süreçte güçlü bir caydırıcılık, dikkatli bir diplomatik ton, kontrollü bir askeri hazırlık şarttır.
Türkiye İçin Bir Fırsat: Arabulucu Rolü
Her kriz bir fırsat da barındırır. Türkiye, bu çatışmayı barış diplomasisi açısından kullanabilir. Hem İran’la hem İsrail’le konuşabilen ender ülkelerden biri olarak, arabuluculuk için inisiyatif alabilir. Körfez ülkeleriyle son yıllarda kurulan olumlu ilişkiler, Türkiye’yi bu denklemde güvenilir bir aktör haline getiriyor.
Ayrıca savaşın daha fazla yayılmasını önlemek için uluslararası toplum nezdinde aktif diplomasi yürüten bir Türkiye, itibarını artırabilir.
Ateşi Yutmak mı, Rüzgârı Yönetmek mi?
İran-İsrail savaşı, Türkiye için büyük riskler ve aynı oranda büyük sorumluluklar taşıyor. Bu savaş Ankara’nın sadece dış politikasını değil, iç siyasetini, ekonomisini, hatta sokaktaki vatandaşın ruh halini bile etkileyecek güçte.
Taraf olmadan etkili olmak, bölgesel liderliğe oynarken iç barışı korumak, ekonomik kırılganlığa direnç geliştirmek… Bunların hepsi zor ama mümkün.
Türkiye bu ateş çemberinde ya pasif bir izleyici olacak ya da kendi pozisyonunu akılcı, dengeli ve aktif bir biçimde kurarak yeni bir diplomatik başarıya imza atacak.