Netflix’in Karanlık Etkisi

Hollywood’un ne kadar güçlü olduğunu, streaming servislerinin her yerde olduğunu ve farklı kültürlerden insanların eğlenceli şeyler ürettiğini anlıyorum. Ama onların inancı sizin inancınız değil.

Hollywood’un ne kadar güçlü olduğunu, streaming servislerinin her yerde olduğunu ve farklı kültürlerden insanların eğlenceli şeyler ürettiğini anlıyorum.

Ama onların inancı sizin inancınız değil.

Beyin yıkama deyince, genelde aklınıza hipnoz ve şok terapisi gibi gizemli ve sıra dışı bir süreç gelir. Beyin yıkama hakkında en ünlü filmlerden biri, 1962’de çıkan The Manchurian Candidate’dır.

Filmde insanlar laboratuvar ortamında hipnotize edilerek adeta birer robot haline getirilir ve sadece bir öneriyle kötü adamın istediğini yaparlar.

Ancak ben daha sinsi ve bir o kadar tehlikeli bir beyin yıkama tanımı öneriyorum: Kendi zihinlerimize ya da başkalarının zihinlerine varsayımlar, filtreler ve bir dizi inanç yerleştirme faaliyeti.

Bugün birçok insan, bu tür beyin yıkamayı her gün telefon ekranları aracılığıyla yaşıyor. Hepimiz bunu biliyoruz ama Müslümanlar olarak, Netflix ve diğer streaming servisleri ya da sosyal medya üzerinden bize sunulan bu şeker kaplı zehiri hatırlamakta fayda var.

Başka birinin inançları, gerçekleri ve bakış açılarıyla zihinlerimizi dolduruyoruz. Bu iyi bir yaşam stratejisi değil ve kesinlikle yararımıza değil. Bunun yerine, beynimizi iyi ve sağlıklı bilgilerle yıkamamız gerekiyor.

Peki bunu nasıl yapabiliriz?

Başlamak için medya okuryazarlığı becerilerimizi geliştirebiliriz. Medya Okuryazarlığı Merkezi, medya okuryazarlığını “mesajları değerlendirme, analiz etme, erişme ve bu mesajlarla çeşitli biçimlerde etkileşim kurma çerçevesi” olarak tanımlar.

Bu sürecin illa ki formal olması gerekmez, sadece tükettiğimiz her medya girdisinin kaynağının farkında olmamız yeterli.

Medya okuryazarlığı, zihniniz için, durumsal farkındalığın bedeniniz için neyse odur. Sadece diğer bakış açılarını anlamanıza ya da daha iyi bir dünya yaratmanıza yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda hayatta kalmanız için gereklidir.

Birçok Müslüman aşırı özgüvenli bir yapıya sahiptir. İslam’ın Batı’da sadece hayatta kalmakla kalmayıp gelişeceğine inanmak için yüksek bir güven seviyesine sahip olmanın, saygılı olmanın ve yargılayıcı olmamanın yeterli olduğunu düşünüyorlar.

Ama zihinlerini çevrimiçi ortamda faydasız ve hatta haram içeriklere açtıklarında, kalplerine ve zihinlerine yerleştirilen milyonlarca içerikle kendilerini savunmasız bırakıyorlar.

Ekranda gördüğünüz her içerik bir şekilde beyin yıkamayı amaçlıyor. Yani bir şey izliyorsanız, başka birinin önyargılarına dikkat kesilmişsiniz demektir. Tüm içeriğin bir şekilde taraflı olduğunu fark etmek..

Bir eser izlerken, dramatik argümanın yani yazarın hikaye boyunca yaptığı ana vurgunun farkında olabilirsiniz. Bu insan doğası, evren ya da ilişkiler hakkında olabilir.

Her hikayenin bir dramatik argümanı ya da teması vardır. Ve her hikaye, hikaye anlatıcısının, yapımcısının ya da finansörünün önyargılarını, yargılarını ve eğilimlerini içerir.

Örneğin, Kore’den gelen ve eleştirmenlerce beğenilen bir korku filmi olan Train to Busan’a bakalım. Bu film, düşüncesiz zombiler hakkında.

Ama aşkın özünün fedakarlık olduğu konusunda net bir dramatik argümana sahip. Bu tema film boyunca defalarca vurgulanıyor.

Filmin baş kötüsü, seyircilerin nefret ettiği bir tren şirketi yöneticisi çünkü kendini değil başkalarını feda ediyor. Tekrar tekrar bencil kararlar veriyor ve başkalarına kötü sonuçlar doğuruyor ama sürekli paçayı kurtarıyor.

Sonunda, filmin baş karakteri Seok-woo ile bir yüzleşme yaşıyor. Seok-woo, filmin çoğunda kötü bir baba olarak karşımıza çıkıyor.

Seok-woo’nun küçük bir kızı var ve onunla daha iyi bir ilişki kurmaya çalışıyor. Ama film boyunca, aşkın özünün ne olduğunu bilmediğini, çünkü hiçbir zaman kendinden bir şey feda etmesi gerekmediğini gösteriyor.

Filmin sonunda, tren vagonlarının hepsi ayrılıyor, sadece bir tane kalıyor. Bu son vagonda kalan son zombi, kötü tren yöneticisi. Seok-woo’nun elini ısırıyor. Seok-woo zombiyi trenden atıyor. Ama bir sorun var: Seok-woo, bir zombi haline geleceğini anlıyor, üstelik iyi bir baba olmayı öğrenmişken.

Bu hikayenin sonu gerçekten yürek parçalayıcı. Seok-woo zombi olurken halüsinasyonlar görmeye başlıyor. Geriye dönüp bakıyor ve kızını ilk kez bebekken kucağında tuttuğu anı hatırlıyor. Seok-woo trenden düşüyor ve gölgesi uzaklaşan trenin ardında kayboluyor.

Kızı ise yoluna devam ediyor. Seok-woo zombiye dönüşüp kızını öldürmesin diye kendini feda ediyor.

Bir zombi filmi için oldukça etkileyici, değil mi?

Allegorik eserler, tıpkı George Orwell’in Hayvan Çiftliği kitabı ya da Darren Aronofsky’nin Mother filmi gibi, genellikle bir metaforla başlayıp, sembolizm ve klişelere doğru genişler, ardından bu mesajları destekleyen ve güçlendiren bir drama kurarlar.

Ancak çoğu durumda bu kadar belirgin değildir. Bugünkü hikayelerin çoğu, bir ders vermek ya da belirli bir siyasi gündemi zorlamak amacıyla yazılmıyor.

Eskiden, kurgunun ana amacı, bir ders vermekti. Kültürümüzün tarih boyunca bu derslerle, insanların belirli şeyleri nasıl yaptığını ve neden yaptığını öğretmek amacıyla kullanıldığı bir gerçek.

Brothers Grimm’in klasik masalı Kırmızı Başlıklı Kız’ın temasına bakalım. Bu hikayenin temel mesajı nedir? Yabancılara güvenme ve yoldan sapma!

Tarihte kurgusal hikayelerin amacı, insanları tehlikelerden uzaklaştırmak ve onlara fayda sağlayan şeylere yönlendirmekti. Tabii ki, bu zararlar ve faydalar, hikaye anlatıcısının inançları ve kültürüne göre subjektifti.

Upton Sinclair’in The Jungle gibi klasik eserleri, sosyo-politik ya da ahlaki bir ideolojiyi savunmak amacıyla yazılmıştır. Bu tür açık bir yönlendirme, kutuplaşmış toplumumuzda modern izleyicileri rahatsız edebilir, ancak her yaratıcı eserin, ister açık ister gizli olsun, bir dramatik argümanı vardır.

Sanatçı verdiği mesajların farkında olmasa bile, izleyici o eserden mutlaka bir şeyler alır. İzleyicinin çıkaracağı sonuç, sanatçının niyetiyle örtüşmeyebilir.

Bu noktada “anlatmak” ve “göstermek” arasındaki fark netleşir. Eğlence dünyasının yaratıcıları (örneğin, Hollywood) insanlara doğrudan “Böyle yaşamalısınız” demezler. Bunun yerine, hikayelerini öyle bir şekilde kurgularlar ki, siz kendi sonuçlarınıza varırsınız.

Amaç, bir hikaye okuyorsanız, izliyorsanız ya da oynuyorsanız (örneğin, video oyunları), parçaları birleştirip “Ah, hikayenin amacı buymuş” diyebilmenizdir—hikaye anlatıcısı size her şeyi doğrudan açıklamasa bile. Onlar gösterir, anlatmaz.

İnternet, iki ucu keskin bir kılıç gibidir. Bir yandan, internete erişimi olan herkesin bir sesi var ve fikrini dile getirebiliyor—bu da bilgisiz ve kötü niyetli insanların da platformlara erişimi olduğu anlamına geliyor.

Bu yüzden Reddit ve Discord gibi platformlarda, bodrum katında yaşayan trollerin egemenliği var.

Diğer yandan internete erişimi olan herkesin bir sesi var ve fikrini dile getirebiliyor!

Bu, bir tüketici olarak farklı türde eğlenceleri keşfetme fırsatına sahip olduğunuz, ama aynı zamanda hoşlandığınız (ya da nefret ettiğiniz) eserlerin yaratıcılarıyla daha doğrudan etkileşime geçebilme imkanınızın olduğu anlamına geliyor.

Bir düşünün, Walt Disney bugün hayatta olsaydı ve bir Instagram hesabı olsaydı, nasıl olurdu? Bu, oldukça düşündürücü bir fikir.

Ancak, bir NPC (bilinçsiz) Müslüman tüketici, hala yüksek özgüvene sahip olmanın, başkalarına saygılı davranmanın ve yargılayıcı olmamanın eğlence dünyasında en iyi stratejiler olduğunu düşünebilir.

Bu tutum, seküler hümanist bir bakış açısından anlaşılabilir olsa da, Hazreti Peygamber Aleyhisselam’ın sünneti ile uyumlu değildir.

Ebu Said el-Hudri’nin rivayetine göre Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin; eğer buna gücü yetmezse, diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin—ve bu, imanın en zayıf halidir.” (Sahih Muslim)

Bundan ve diğer birçok Hadis’ten şunu öğreniyoruz: Eğer bir yanlışı (Şeriat tarafından tanımlandığı şekilde) değiştirme yeteneğine sahipseniz, bunu yapmak zorundayız.

Tüketiciler genellikle ihtiyaçlarını öncelikli, isteklerini ise ikincil olarak görür.

Bazen büyük bir şirketten alışveriş yapmanın zorunlu olduğu düşüncesi ortaya çıkıyor; bu şirketin, hoşlanmadığımız faaliyetlere katılan daha büyük bir kuruluşa ait olup olmadığını bilmediğimiz halde.

Evet, hayatın bir yönü gerçekten de pratiklik gerektirir ve bazen işe yarayanı seçmek zorundayız.

Ancak eğlence farklıdır. Hayatta kalmak için belirli bir filmi izlemeye veya belirli bir mangayı okumaya ihtiyacınız yok. Bu nedenle, neyi izlediğimiz ve okuduğumuz konusunda daha seçici ve ayrımcı olma sorumluluğumuz daha büyüktür.

Eğer Netflix, Amazon Prime ve Hulu gibi hizmetler için para ödüyorsak ve tükettiğimiz eğlencede Deccalî içeriklerle karşılaşıyorsak, bununla ilgili ne yapıyoruz?

İslam hakkında olumsuz içerikler üreten hikaye anlatıcılarına neden para ödeyip onları eğlenmek ve beyin yıkamak için destekleyelim?

Bu, pornografik veya anti-Islamik mesajlar içeren bir fikri mülkiyeti (IP) destekleyen bir stüdyoya veya streaming hizmetine öfkeli mailler yazmamız gerektiği anlamına gelmiyor.

Kendimizi aktivist olarak görmüyorsak, kültür savaşına karşı açıkça mücadele etmemize gerek yok. Sessizce kendi payımızı yapabiliriz ve yine de iyi bir güç olmanın yollarını bulabiliriz.

İşte bunu yapmanın yolu: Bu şirketler, platformun kullanımına dayalı olarak her gün tüketici verilerini inceliyor. İslamî değerlere uygun alternatif medya kaynaklarını satın alarak ve haram olan materyalleri satın almamayı bilinçli olarak tercih ederek, finansal seçimlerimizle toplu geri bildirim sağlayabiliriz.

Belki de pragmatiksinizdir ve özellikle paranızı nerede ve nasıl harcayacağınıza dair bilinçli kararlar almayı seversiniz.

İster bir perakendeci, ister bir streaming hizmeti, ister bir roman olsun satın alma tercihlerimiz, yukarıdaki hadiste belirtildiği gibi “bir yanlışı durdurmanın” ilk adımıdır.

Bu duruma metafizik bir bakış açısıyla yaklaşalım.

Allah, bizleri Şeriatına uymaktan sorumlu tutmaktadır. Bu dünyada O’na itaat etmek ve O’nu sevmek bizim görevimizdir. Modern eğlence endüstrisi, yalnızca ürünleri pazarlamak için var. Bu, maddi dünyanın bir parçasıdır.

İslami psikoloji perspektifinden bakarsak, Netflix’teki ticari içeriklerin, filmlerin, video oyunlarının ve romanların bizi mutlu etmesini umabiliriz.

Ancak, mutluluğun kalpteki nesnelerden kaynaklanmadığını fark etmeliyiz. Allah, her şeyi yaratır, kalbinizdeki mutluluğu da.

Hatta şunu söylemekten çekinmiyorum: Allah tarafından mutluluk bahşedilen birinin eğlenceye ihtiyacı olmayacaktır. Alışveriş, satış ve eğitim gibi gereklilikler dışında, internetin çoğu bir çöl gibidir.

Tercihlerim hakkında yüksek iddialarda bulunmuyorum, ama elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Müslüman biri olarak, Müslümanlar için ve Müslümanlar tarafından hikayeler ve sanatlar arayan ve üreten bir popüler kültür dünyasına daldım.

Eğlenmeyi seviyorum ve kesinlikle İslam’dan nefret eden insanlara para ödeyerek eğlenmek istemiyorum.

Bu zihniyetle yapabileceğimiz en iyi şey, alternatif platformlar oluşturmak ve desteklemektir.

Nasıl mı? Öncelikle, bize eğlence sunan herhangi bir platformun, Müslüman olmayanlar tarafından sahiplenilip yönetilmesine güvenmenin, kendimizi bir pisliğin içine atmak olduğunu fark ederek.

Anti-Islamik içeriklere maruz kalırken temiz kalabileceklerini düşünenler, kendilerini kandırıyorlar.

Hollywood’un güçlü olduğunu, streaming hizmetlerinin yaygın ve erişilebilir olduğunu ve dünya çapında yaratıcıların çok sayıda eğlenceli içerik ürettiğini anlıyorum.

Ama onların inancı senin inancın, dini senin dinin değil.

Belki de “Vay, burada gerçekten bir tavır var” diyorsun.

Evet. Evet, var. … Bizi eğlendirmek için Deccaliyet sistemine bağımlı olmak, zombiler ve kötü adamlar tarafından beyin yıkanmayı kabul etmek gibidir.

Eğer pop kültürüne ilginiz varsa, her gün her şekilde hedefiniz, sizi beyin yıkamayacak veya ruhunuzu karartmayacak bir alternatif bulmak olmalıdır.

Müslümanlar olarak, kalplerimizi ve zihinlerimizi, Batı toplumunun sarsıcı beyin yıkamasından uzak, iyi ve sağlıklı eğlence ile doldurmayı seçebiliriz.

Yazar: Nizamettin

Merhaba! Ben Nizamettin Gümüş. Bu siteyi, İslami düşünceler ve toplumsal meseleler hakkında kafa yorup bir şeyler paylaşmak için kurdum. Güncel olaylardan, tarihten ve dini konulardan bahsetmeyi seviyorum. Filistin'in mücadelesinden İslam'daki adalet anlayışına kadar geniş bir yelpazede yazılar yazıyorum. Amacım, hep birlikte daha adil, ahlaklı ve manevi değerleri güçlü bir toplum oluşturmak. Bu sitede sadece okuyucu değil, aynı zamanda bir fikir ortağı olmanızı istiyorum. Fikirlerinizi paylaşırsanız çok sevinirim!

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.