Bir söz… Basit gibi görünen bir cümle. “Onun ne yaptığını duydun mu?” diye başlayan masum bir merak, bazen bir insanın hayatını zindana çevirebiliyor.

Sözlerimizin Ağırlığını Ne Kadar Düşünüyoruz?

tarafından gönderildi

Bir söz… Basit gibi görünen bir cümle. “Onun ne yaptığını duydun mu?” diye başlayan masum bir merak, bazen bir insanın hayatını zindana çevirebiliyor. Hepimiz konuşuyoruz. Bazen içimizi döküyoruz, bazen sadece bir “bilgi” paylaştığımızı sanıyoruz. Oysa aslında neyi, neden söylediğimizin çok da farkında değiliz. Ya da farkındayız ama işimize öyle geliyor.

Bu yazıyı yazmama sebep olan düşünce şu: Sözlerimizin de bir bedeli var. Tıpkı davranışlarımız gibi, sözlerimiz de birilerinin hayatında iz bırakıyor. İyi ya da kötü.

Konuşmak mı? Susmak mı?

Ramazan ayında oruç tutarken, ağzımıza bir lokma koymamaya gösterdiğimiz titizliği, başkaları hakkında konuşurken neden göstermiyoruz? Güneş doğmadan önce başlayan oruçta bir damla su içmemek için saat kuran bizler, iftar saatini beklerken başkalarının onurunu kolayca tüketebiliyoruz.

Bir arkadaş ortamında, bir aile sofrasında ya da bir WhatsApp grubunda, birisinin adı geçiyor. İddialar havada uçuşuyor. Ve biz ya sessiz kalarak bu gidişata ortak oluyoruz ya da üzerine biraz da biz ekliyoruz. Düşünün: birini hiç tanımayan insanlar, hakkındaki iddialara inanıyor çünkü “herkes öyle diyor.”

Halbuki Kur’an-ı Kerim, Nur Suresi’nde şöyle der:

“Onu işittiğinizde, mümin erkekler ve mümin kadınlar, kendi vicdanlarıyla iyi zan besleyip, ‘Bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?” (Nur, 24:12)

Bu ayet bana hep şunu hatırlatır: Kötülüğe sessiz kalmak da kötülüğe ortak olmaktır.

Dedikodu Bir Silaha Dönüştüğünde

Dedikodu sadece boş bir zaman geçirme yöntemi değil. Aslında çok daha sinsi bir şey: Sosyal sermayeyi, yani insanların itibarını yeniden dağıtmanın bir yolu.

Düşünün, biri hakkında kötü konuşulduğunda onun itibarı azalıyor, konuşan kişininki ise “bilgiyi aktaran”, “haberdar olan” konumuna yükseliyor. Bu bir çeşit güç gösterisi. Yani dedikodu, sadece kelime değil, bir çeşit sosyal iktidar aracı haline geliyor.

Bu gücün en acı örneklerinden biri Hz. Aişe annemiz hakkında yapılan iftiradır. Haftalarca hakkında konuşuldu, kimse ona bir şey sormadı, hatta bazı yakınları bile tereddüt yaşadı. Sonra Allah bu durumu ayetle açıkladı. Ama olan olmuştu. Beden zayıflamıştı, gözyaşları kurumuştu.

Şunu unutmamalıyız: Hakkında konuşulan kişi bazen susar ama unutmaz. Çünkü en çok canı yandığında değil, en çok yalnız bırakıldığında kırılır insan.

Peki Ne Yapmalı?

İşin en zor kısmı burası. Çünkü çoğu zaman ne yapmamız gerektiğini biliyoruz ama ya korktuğumuz için susuyoruz ya da rahatımız bozulmasın diye kayıtsız kalıyoruz.

Ama Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.”

Bu, sadece bir ahlaki öğüt değil. Bu, bir müminin karakterinin özeti.

Küçük Bir Test

Birisi size bir şey anlattığında, içinizden şu soruları geçirin:

  • Bu bilgi bana neden veriliyor?
  • Bunu söyleyen kişi gerçekten iyilik mi istiyor, yoksa zarar mı veriyor?
  • Bu kişi hakkında bu sözleri ben de söyler miydim, o yanımda olsaydı?
  • Bu söz benimle ilgili söylenmiş olsaydı ne hissederdim?

Eğer bu sorulara dürüstçe cevap veremiyorsanız, o zaman bu konuşmadan da uzak durmanız gerekir.

Dijital Dedikodu Daha Tehlikeli

Eskiden dedikodu mahallede kalırdı. Şimdi ise ekranlar aracılığıyla birkaç saniyede yüzlerce kişiye ulaşıyor. “Paylaş” tuşuyla yayılan söylentiler, bir insanın kariyerini, evliliğini, psikolojisini darmadağın edebiliyor. Dahası, dijitalde her şey kayıt altında. Yarın pişman olsanız da, o sözler bir yerlerde durmaya devam ediyor.

Hepimiz bir şekilde bu hataya düştük. Bilmeden bir söz ettik, yanlış bir bilgi yaydık, belki de birinin hayatında büyük bir kırılmaya sebep olduk. Ama hâlâ geç değil.

Tövbe etmek sadece Allah’tan af dilemek değildir.

Yanlış bilgilendirdiğimiz kişilere doğruyu anlatmak da tövbenin bir parçasıdır. Hakkında konuştuğumuz kişilere gidip özür dilemek cesaret ister ama gerçek olgunluk da budur.

Bir daha konuşmadan önce şunu hatırlayalım:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, hazır bir gözcü bulunmasın.” (Kaf, 50:18)

Söz uçmaz. Söz kalır. Hem bu dünyada hem öbür dünyada. Ve biz, sözlerimizin yıkıp geçtiği yerleri görmek istemesek de, geride bıraktığımız enkazdan sorumluyuz.

Cevap Yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Bu site spam'ı azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiğini öğrenin.